Dil ve Edebiyat
Ne güzeldir, insanın kendini sözle ya da yazı ile anlatabilmesi. Ne mutluluk vericidir, insanın dinlediklerini veya okuduklarını anlayabilmesi ve yorumlayabilmesi.
Yaşamda kendimizi var edebilmemizin yolu, yaşadığımız toplumda kullanılan dili ayrıntılarıyla öğrenmekten geçer. Şairin dediği gibi: “Bir yer var biliyorum, her şeyi söylemek mümkün; duyuyorum, biliyorum ama anlatamıyorum.” İşte “anlatamıyorum” sözcüğünü “anlatabiliyorum” şekline dönüştürmek bireyin elindedir. Yeter ki bunu öğrenme isteği olsun.
İnsanoğlu, tarihi süreçte sürekli dilini geliştirmek, bu alanda daha ileriye gitmek arzusuyla çabalamıştır. Bu çalışmalar, sosyal bilimlerin bir kolu olmuştur. Bazı kişiler bunu, çalışma alanı olarak seçmiş; bu alanda dinleyicide ya da okuyucuda heyecan ve zevk uyandıran yapıtlar oluşturmuşlardır. Bu yapıtlardan bazıları ülke sınırlarını aşıp “dünya klasikleri” düzeyine ulaşmıştır.
Okuduğumuz bir yapıtta olay kahramanlarını kendimizle özdeşleştirir, bazen olayların geçtiği yerlerde yaşıyormuşuz hissine kapılırız, bazılarında da aldığımız düşünceler yaşam yolumuzu aydınlatır.
Kimimiz yaşamımızı renklendirmek, kimimiz çalışma alanımızda başarımızı yükseltmek kimimiz de dünyaya edebiyat penceresinden bakmak isteriz.
Ben mühendisim, ben bankacıyım, ben öğrenciyim, ben işçiyim, ben doktorum; bana gerekli değil dememeliyiz. Sosyal statümüz, uğraşı alanımız, becerilerimiz farklı farklı da olsa ortak paydamız mutlak “insan” olacaktır.
Beklentimiz ne olursa olsun, yaşadığımız dünyayı ancak dinleyerek, okuyarak, anlayarak ve yorumlayarak kavrayabiliriz.
Dünyamıza, dil ustalığıyla bezenmiş edebiyat penceresinden bakabilirsek yaşam renklerinin farklı tonlarını fark edebiliriz.
Bu pencereden bakalım mı dünyaya?
Muzaffer Arslan